Füsun Ertuğ: Haklarımızın bize Cumhuriyet’le birlikte ‘sunulduğunu’ düşünüyorduk
Ataerkil sisteme karşı Türkiye’de kadınların kazanımları ne zaman başladı? 1990 yılında kurulan Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde ne tür eserler yer alıyor? Antidemokratik otoriter bir siyaset anlayışıyla birlikte Türkiye toplumunda kadınları nasıl bir gelecek bekliyor?
1980 sonrası ortaya çıkan bağımsız feminist hareketin içinde yer alan ve temel çalışma alanları arkeoloji, halkbilim ve etnobotanik olan arkeolog Füsun Ertuğ sorularımızı cevapladı.
‘OSMANLI KADINLARININ MÜCADELESİ HAKKINDA BİLGİMİZ YOKTU’
Son yıllarda Türkiye’de kadınlar hayatlarını her yönü ile sorgulayıp tepkilerini değişik yollarla ifade ediyor. Ataerkil sisteme karşı kadınların kazanımları ne zaman başladı? Osmanlıdan günümüze Türkiye’de kadın hareketi konusunda neler söylersiniz?
Bugün Türkiye’de kadın mücadelesinin en az 150 yıllık bir geçmişi olduğunu biliyoruz. Osmanlı kadınları eğitim, seçme ve seçilme, çalışma gibi hakları için, eşit vatandaşlar olmak için yoğun bir mücadele verdi. Bu mücadele, özellikle dergiler ve çeşitli kadın dernekleri aracılığıyla yaygınlaştı. 1 Mayıs 1845’te İstanbul’da, Valide Sultan’a ithaf edilerek basılan Rumca kadın dergisi Kypseli (Petek), 1862’de Ermenice yayımlanan Gitar Dergisi, 1869’da Terakki gazetesinin kadın eki olarak yayımlanan Terakki-i Muhadderat, 1886’da tüm yönetim ve yazı kadrosu kadınlardan oluşan Şükûfezar ve 1895’ten 1906’ya kesintisiz çıkan ‘Hanımlara Mahsus Gazete’ gibi yayınlarla Osmanlı kadınları seslerini yükseltmeye, taleplerini iletmeye başladılar. İkinci Meşrutiyet sonrasında, 1908’de kadın dergileri arttı: Demet, Kadın Selanik, Mahasin, Kadın İstanbul, Musavver Kadın bunlardan birkaçı. İlk sayısı 1918 yılında yayımlanan ve 20 sayı sonra kapanan Türk Kadını dergisi, adında ilk kez Türk ifadesi kullanılan ve feminizmden bahsedilen bir kadın dergisi olarak göze çarpar. Yine 1919’da Hayganuş Mark tarafından yayımlanan Hay Gin kadın dergisi 1933’e dek yayınını sürdürür.
Kurtuluş Savaşı’nda ve işgal dönemi boyunca çeşitli derneklerde örgütlenen kadınlar mücadeleye katkı sundu, bazı yeraltı örgütlerinde rol aldı ve mitingler düzenledi. Mitinglerde halkın önünde coşkulu konuşmalar yapan Halide Edip, Münevver Saime, Şukufe Nihal gibi kadınlar rol modeli oldu.
Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte kadınlar, oy hakları için mücadeleyi bir kadın partisinde gerçekleştirmek üzere Nezihe Muhiddin öncülüğünde 1923 Haziran’ında Kadınlar Halk Fırkası başvurusunu yaptılar. Ancak yeni kurulan hükümet sınıfsız halk politikasını gerekçe göstererek kadınlar partisini reddedince 1924’te Türk Kadın Birliği kuruldu. Birliğin yayın organı olarak Türk Kadın Yolu dergisi, 1925-1927’de kadınlara yeni bir mücadele alanı sundu. 1930 yılında belediyelerde seçme seçilme kanununun değişmesini, 1934’te milletvekili seçme ve seçilme hakkının kabulü izledi. Bu hakların verilmesi bir anlamda en az 80 yıllık bir talebin karşılık bulmasıdır. 1935’te 12’nci Uluslararası Kadın Kongresi’nin İstanbul’da toplanması da bu hakkın edinilmesini kutlama amacı taşıyor.
Ancak tek parti dönemi hükümet politikaları kadınların ve çeşitli siyasi derneklerin güçlenerek partileşmesine izin vermedi ve kongreden kısa bir süre sonra Türk Kadın Birliği ve birçok dernek kapatıldı ya da kendilerini feshetti. Bu dernek 1949’da tekrar açıldı ve bugüne dek laiklik mücadelesini sürdürdü. Bu yıl da ilk kuruluşunun 100’üncü yılını kutladı.
Kadınlar sadece gazetelerde, dergilerde yazmakla kalmadı, edebiyat ve sanat alanında çok güçlü eserler ortaya koydu. Kadının ataerkil sisteme karşı mücadelesi, kültür- sanatta, bilimde, eğitim, hukuk ve siyasette önemli kazanımlarla sürüyor.1980’lerin başında kadın hareketi, dünyadaki gelişmelere paralel olarak Türkiye’de de yükselmeye başladığında, henüz Osmanlı kadınlarının mücadelesi konusunda yeterli bilgiye sahip değildik. Geçmişte bizimle aynı coğrafyada yaşayan kadınlara ait bilgilere, kadın hareketinin belgelerine, yayınlarına erişim olanağı olmadığından Cumhuriyet dönemi kadınları olarak bize haklarımızın Cumhuriyet’le birlikte ‘sunulduğunu’ düşünüyorduk. Kuşaklar arası kopukluğun bir nedeni eski yazının değişerek yeni bir alfabeye geçmemizdi, ancak asıl neden kadınların tarih yazımından dışlanması, yok sayılmasıydı. Giderek yükselen kadın mücadelesi, 1980’lerin sonunda kadın merkezli bir kütüphane ve arşivi gerekli kıldı.
‘VAKIF, BİR KÜTÜPHANE VE ARŞİV OLMANIN ÇOK ÖTESİNDE BİR BİLGİ MERKEZİ’
Siz de kadın hareketinin gelişmesinde kritik rolü olan bu kütüphanenin kurucuları arasında yer alıyorsunuz. Kütüphanede ne tür kadın eserleri yer alıyor? Diğer kütüphanelere göre özgün yanları neler? Kuruluş süreciyle birlikte anlatır mısınız?
1989 yılında kadın hareketinin belgelerini, kadın tarihinin yazımını sağlayacak yayınları, arşivleri bir araya toplamak ve gelecek kuşaklara bırakmak amacıyla bir grup kadın bir araya geldik. 8 Mart 1990’da Jale Baysal, Füsun Akatlı, Şirin Tekeli ve Aslı Davaz ile birlikte Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’nı kurduk. Elbette arkamızda güçlü bir kadın hareketinin maddi, manevi desteği, gönüllü katkısı vardı, yoksa bu girişim ne kurulabilir ne de bunca yıl yaşamını sürdürebilirdi.
Haliç kıyısında Fener’de, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait tarihi bir binada 14 Nisan 1990’da açılan Kütüphane, bugün 16 farklı koleksiyona sahip. Kitap, Süreli Yayın, Görsel Arşiv gibi hemen her kütüphanede var olan koleksiyonlar dışında ‘Özel Arşiv Koleksiyonu’ en özgün yanlarımızdan biri.
Vakfa özel arşivini bağışlamış olan 100’ü aşkın kadına ve Amargi, Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği gibi kadın kurumlarına ait arşivler, kadın tarihinin yazımı için birincil kaynaklar olarak çok önemli. Bunlar dışında Efemera, Nadir Eserler, Tez, Makale, Afiş, İşitsel, Sözlü Tarih, Kadın Sanatçılar, Kadın Yazarlar ve Sanat Eserleri Koleksiyonları da var (http://kadineserleri.org/). Koleksiyonlardan bir bölümü büyük ölçüde dijitalleştirilerek erişime açıldı. Görsel koleksiyonu buna örnek gösterebiliriz. Diğer koleksiyonların da dijitalleştirilme, kataloglama çalışmaları sürdürülüyor.
Osmanlı kadın hareketinin özgün belgeleri arasında yukarıda saydığımız eski harfli kadın dergilerinin büyük bir bölümü kütüphane arşivlerinde bir araya getirildi. Bunlardan 16 kadın dergisinin tüm sayıları, çeviri yazımı yapılarak, vakıf tarafından yayımlandı, böylece eski yazıyı bilmeyen kuşakların da bu kadınların mücadelesine erişimi sağlandı. Kadınların Belleği projesi çerçevesinde gönüllü çeviri yazım ekiplerince halen sürdürülen bu projede hedef tüm Osmanlı kadın dergilerinin bugünkü kuşaklarca okunabilirliğini sağlamak. Yeni harfli, kadın konulu, ticari dağıtımda olan hemen tüm kadın dergilerinin yanı sıra; kadın ve LGTBİ+ hareketine ait dergi, bülten ve fanzinlerin derlenmesine de özen gösteriliyor. Süreli Yayınlar koleksiyonunda bugün 450 kadar derginin 25 binden fazla sayısı bulunuyor. Vakıf, bir kütüphane ve arşiv olmanın çok ötesinde bir bilgi merkezi, kadınların bellek merkezi, etkinlik alanı hizmeti de veriyor. Açıldığı tarihten bugüne dek geçen 34 yılda derlenen malzemelerden 50’ye yakın yayın üreten vakıf; sergi, panel, sempozyum, konser, şenlik gibi 500’ü aşkın etkinliğe ev sahipliği yaptı. Kadınların yaratıcılığını, bilimsel ve sanatsal üretimlerini, fikirlerini toplumla paylaşmalarına, seslerini duyurmalarına, işlerini sergilemelerine olanak sağladı. Bu kurum, kadın merkezli arşivcilik çalışmaları ile Türkiye’deki geleneksel arşivcilik anlayışına da toplumsal cinsiyet odaklı bakışı sağladı. Feminist aktivizmin arşivcilikte uygulanması, bize farklı kurum arşivlerinde saklı kalan kadınların görünürlüğünü arttırdı.
‘7 BİN 600’Ü AŞKIN GÖRSEL MALZEME AÇIK ERİŞİME SUNULDU’
Peki, siz bir arkeolog olarak bu oluşumda nasıl bir rol aldınız?
Arkeoloji, bir anlamda geçmiş kültürleri araştırma ve bulduklarımızı titizlikle belgeleme işi. Ben de 1972’den itibaren öğrenci olarak katıldığım kazılarda kazı fotoğrafçısı olarak görev aldım, belgeleme, envanterleme yaptım; kazı arşivlerini oluşturdum. Mezun olduktan sonra da İstanbul Üniversitesi Film Merkezi’nde kameraman, belgesel yapımcısı ve araştırmacı olarak çalıştım. Kadın hareketine katıldığım 1980’lerin başından itibaren de panellerde, yürüyüşlerde, toplantılarda fotoğraf ve video çektim. Kadın Eserleri Kütüphanesi’nin oluşma aşamasında etkin rol alan Şirin Tekeli, kadın hareketinden arkadaşımdı, bu belgeleme çabalarımı bildiği için vakıf kurucuları arasında benim de olmamı istedi. Böylece vakfın kuruluşunda görev almayı ve görsel koleksiyonu oluşturma işini üstlendim ve bu çalışmayı halen devam ettirmekteyim. Bugüne kadar 7 bin 600’ü aşkın görsel malzemenin taranması ve kataloglanması tamamlanarak vakfın web sitesinde açık erişime sunuldu. Kadınlara ait belgelerin en önemlilerinden biri olan görsel malzemeler kadın tarihine ilişkin çeşitli okuma olanakları veriyor.
‘KADINLARIN TOPLAYICILIK GELENEĞİNDEN GELEN GÖZLEMCİLİK YETİLERİ ÇOK FAZLA’
Kırsaldaki kadınların doğadan edindikleri bilgileri yaşama aktarma şekil ve yöntemleri üzerine çalışmalar yaptığınızı biliyoruz. Biyoçeşitliliğin yönetimi konusunda kadınların rolüne dair neler söylersiniz? Üstlendikleri bu rol geleneksel toplumlarda yaşayan kadınların yaşamını nasıl etkiliyor?
Geçmiş topluluklara ait bulguları, günümüzde yaşayan kırsal kesim insanlarından edindiğimiz bilgilerle yorumlama olanağı sağlayan etnoarkeoji konusunda çalışırken, kırsalda yaşayan kadınların doğa ve çevre konusunda kuşaklar boyu devraldıkları bir birikime sahip olduklarını fark ettim. Doktora çalışmamı bu alana yönelttim ve kadınların sözlü birikimini, bilgi dağarcığını kaydetmeye başladım. Bu konu arkeolog olarak çalıştığım Aşıklı Höyük, Çatalhöyük gibi Neolitik dönem kazıları için de karşılaştırma olanakları sağladı. Örneğin, Aşıklı çevresinde bugün hala 100’ü aşkın bitkinin doğadan toplanarak tüketilmesi, toplayıcılığın sürekliliğini belgeleme açısından önemliydi. Beslenmede ve toplum sağlığında kültüre alınan bitkiler dışında doğal çevrenin katkısını da bu mirasın kaydı sırasında görebildik.
Yenen ve tıbbi olarak kullanılan bitkilerin yanı sıra boya bitkileri, el sanatlarından sepet ve hasırcılıkta kullanılan bitkiler, yakacak bitkileri gibi pek çok bitkinin işleme şekilleri üzerine sahip oldukları bilgilerin kadınlar arasında aktarımına şahit oldum. Küçük ölçekli tarım, doğadan ot toplayıcılığı, ilaç yapımı ve uygulaması, tohumların seçilip saklanması konularındaki bilgilerin tümünün kadınların mirası olarak kayıt dışı olduğu ve aslında bu verilerin biyokültürel mirasın önemli unsurları olduğunu gördüm. Bu bilgiler kadınlara toplum içinde ayrıcalık sağlamasa da geçmişte olduğu gibi bugün de topluluğun yaşamını sürdürmesinde çok önemli bir yeri var. Bugün yıkıcı etkilerini yaşamaya başladığımız iklim krizi ve ileride yaşanması olası krizlerde bu bilgilerin önemi daha da artacak. Kadınlar çevreye daha duyarlılar ve toplayıcılık geleneğinden gelen gözlemcilik yetileri çok fazla. Bu yüzden bugün de çevre hareketinde kadınların öncü roller aldıklarını, dozerlerin önüne kalkan olup çevrelerini, ormanlarını, zeytinliklerini koruduklarını görüyoruz.
‘EN BÜYÜK KAZANCIM KIRSAL YAŞAMDAKİ KADINLARIN GÜCÜNÜN FARKINA VARMAM OLDU’
Etnobotanik çalışmalarınızı yürütürken bir kadın araştırmacı olmanın avantajları ve dezavantajları var mıydı? O süreçteki deneyiminizi nasıl değerlendirirsiniz?
Etnobotanik denilen halkın bitkilere ilişkin bilgisini araştırmada kadın araştırmacılar avantajlı durumda. Zira bitkilere ilişkin bilgilerin esas sahibi kadınlar. Hayvancılık yapan erkeklerin de hayvanların yediği ya da yemediği bitkiler ve mantarlar konusunda bilgi sahibi olduklarını biliyoruz. Ancak geçmişte erkek araştırmacıların, özellikle köy kahvelerinde yaptıkları soruşturmalarla erkeklerden derledikleri kimi bilgilerin doğrulukları konusunda şüphelerimiz var. Kadın araştırmacıların avantajı, bilgiyi birinci el kaynaklar olan kadınların evlerinde kaydetmeleri ve birlikte ot toplamaya giderek arazide toplamayı ve mutfakta hazırlamayı da gözleyerek, kimi zaman uygulayarak derlemeleri.
Ben iki yıla yakın Orta Anadolu’da bir köyde kalarak araştırmamı sürdürdüm ve çok sayıda kaynak kişiyle görüşerek, adı anılan her bitkiden örnek alarak topladığım verilerin ve örneklerin teşhisini doğrulama olanağı elde ettim. Bu süreçte çeşitli üniversitelerden botanikçilerle çalıştım ve örneklerimi herbaryumlarda açık erişime bıraktım. Daha sonra başka bölgelerde de uzun süreli çalışmalar yaparak bu verileri genişlettim. Yayınlar yaparak, kurslar, dersler vererek etnobotanik alanında genç araştırmacıların yetişmesi için çalıştım. En büyük kazancım olarak, doğaya yakın yaşama keyfini ve kırsal yaşamda kadınların başat güçlerinin, rollerinin, yarattıkları dayanışma/ imece ağlarının farkına varmayı sayabilirim.
‘TÜRKİYE’DEKİ KADIN HAREKETİ BASKILARI PÜSKÜRTECEK’
Sizce antidemokratik otoriter bir siyaset anlayışıyla birlikte Türkiye toplumunda kadınları nasıl bir gelecek bekliyor?
Kadınlar tarihte, bilimde, sanatta, özellikle devlet yönetiminde uzun süre yok sayılmışlarsa da aile kurumunun ve her topluluğun yaşamının sürdürülmesinde, bakım emeğinde, günümüzün sosyoekonomik yapısında vazgeçilemez bir yerleri olduğu tartışılamaz bir gerçek. Erkek egemen güçler, dini ve milli değerleri öne sürerek kadınları eve hapsetmeye, eğitimden ve siyasetten uzak tutmaya, aile kurumuna tabi kılmaya yönelik baskıları arttırdıkça kadınların direnişi daha da artıyor. Otoriter yönetimleri ve antidemokratik uygulamaları sadece Türkiye’de değil dünyanın farklı ülkelerinde de görüyoruz, ataerkil düzenin yükselişe geçtiği bir ara dönemdeyiz. Ben Türkiye kadın hareketinin bu baskıları püskürteceğine ve uzun mücadelelerden sonra kazandıkları hakları kaybetmemek için direneceklerine, İstanbul Sözleşmesi gibi bir gecede silinen kazanımlarını geri alacaklarına inanıyorum. EŞİK Kadın Platformu’nun örgütlü mücadelesinin ve ülkenin her yerinde yerel siyasette, sanatta, bilimde, eğitimde çalışan kadınların aydınlık geleceğimizin, laik yaşamın garantisi olduğu umudumu koruyorum.